
Refii Cevad Ulunay – Milliyet Gazetesi

âsar-ı atîk / koleksiyonart
Yusuf BİLEN – İrfan Mektebi, Kasım, 2008 Sayı 24
Arapça “sebeha” kökünden gelen “tesbih”in çoğulu tesbihâttır. Allah’ı ta’zim etme manasınadır. “Sübhânallah” Allah’ı (c.c.) her türlü ârızlardan, kusur, ayıp ve noksanlıklardan tenzih ederim manasındadır.
Kur’ân-ı Kerim’de tesbih ve kökü çeşitli şekillerde 92 âyette kullanılmış ve bu kavramla meleklerin, insanların ve diğer varlıkların tesbihleri söz konusu edilmiştir.
“Sen Rabb’ini hamd ile tesbih et (O’nu övecek sözlerle an, subhânellâhi velhamdulillâhi de) ve secde edenlerden ol” (el-Hicr, 15/98).
“Melekleri görürsün ki, arşın etrafını çevirmiş olarak Rabb’lerini övgü ile tesbih ederler, anarlar. (O gün) aralarında hak ile hükmedilmiş ve Hamd âlemlerin Rabb’ine mahsustur denmiştir” (ez-Zümer, 39/75).
Hz. Peygamber (sav)’in dilinde tesbih ;
“Dile hafif, mizanda ağır ve Rahman’a sevimli iki cümle (vardır): Allah’ı noksan sıfatlardan tenzih ve hamd ile tesbih ederim. Büyük olan Allah’ı tesbîh ederim, O’nun şânı ne yücedir!” (Muhammed b. Allan Delilü’l-Fâlihîn, Mısır 1971, IV, 210).
“Allahu Teâlâ’nın indinde sözlerin en sevimlisini sana haber vereyim mi? Allahu Teâlâ’nın indinde sözlerin en sevimlisi, şüphesiz ki: Sübhânellâhi ve bihamdihi cümlesidir” (Muhammed b. Allan, a.g.e. IV, 214).
Tesbih, ağaçtan, kemikten, sedef, kehribar, inci, mercan, zümrüt, akik gibi güzel ve kıymetli taşlardan yapılmış ortası delik, toparlak taneciklerin bir ipliğe dizilip uçlarının birleştirilmesi ile elde edilen âlettir.
Tesbihi bugünkü kullandığımız mana ve şeklin dışında, bir ipe dizilmiş boncuk taneleri olarak düşünürsek tarihini çok eskilere dayandırabiliriz. İslâm kültürü dışındaki din ve kültürlerde de tesbihe rastlanır. Budizm’de tesbih kutsaldır. Yahudiler arasında tesbih kullanılmış fakat dînî olarak değil psikolojik açıdan tercih edilmiştir. Hıristiyanlar arasında ise daha önceden kullanıldığı ileri sürülmesine rağmen, Haçlı Seferleri sırasında Müslümanlardan yayıldığı belirtilir. Tesbih, asıl hüviyetini ve sanatlı yapısını İslâm kültüründe kazanmıştır.
Diğer klâsik Türk-İslâm sanatlarında olduğu gibi tesbih de İstanbul’un fethinden sonra yeni bir kıymet kazanmış ve sanat seviyesine yükselmiştir. Şark’tan Garb’a her yere Türk yapımı tesbihler gönderilmiştir. Hediyelerin önem arzeden eşyalardan seçilmesine daima itina gösterilmiştir. Kur’ân-ı Kerim, kılıç, at, kaftan, mücevherat gibi hediyelerin yanında tesbih de mühim bir yer tutar. Osmanlı idaresinde yer almış kişilerin hediye kayıtlarında yahut miras kayıtlarında çok ilginç tesbihler karşımıza çıkmaktadır.
I. Ahmed, Camii şerifini yaptırıp da ilk cuma namazı kılınacağı zaman, bu caminin kaç kişi alacağını merak ederek giren herkese bir ödağacı tesbih hediye edilmesini emretmiş ve bu suretle 86000 küsur tesbih gittiği anlaşılmış. Cami boşalırken de çıkana bir kalenbeki tesbih hediye edilerek yine aynı sayı bulunmuştur.
Tesbih gerek işlenişi gerekse maddesi yönünden, Türk el sanatları arasında diğer sanatlarımız kadar değer taşır. Evrâd ve ezkârın birer İlâhî şifre hükmünde olan sayılarını şaşırmamak ve unutmamak için kullanılan tesbih, belli sayıdaki danelerin kolayca kayabilen dayanıklı bir ip veya ibrişim üzerine dizilmesiyle elde edilir. En küçük tesbih 33 daneli, en çok kullanılanı ve normali 99 danelidir. 500’lük ve 1000’lik tesbihler de vardır.
Tesbihin yapımında kullanılan maddeler oldukça çeşitlidir. Cam parçasından zeytin çekirdeğine, maden ve tahta cinslerine kadar çok çeşitten imâl edilebilen tesbih dâneleri için önemli olan, maddenin çok yumuşak ve de çok kolay kırılabilecek kadar sert olmamasıdır.
Tesbih yapımı el sanatları arasında yer alır. Bakır oymacılık, tahta işleri, halı-kilim dokuma, seramik ürünleri gibi sayısız sanatlar içinde tesbihçilik sanatı da bulunur. Günümüzde ihtiyacı karşılayacak tesbihler, bakalit cinsinden fabrikasyona dayalı olarak üretilir. Bunlar pahada değersizdir. Fakat özel taş ve ağaçlardan yapılan tesbihler birer sanat eseridir. Bunlar maddelerinin kıymeti kadar da imâl ediliş şeklinden dolayı değer kazanırlar.
Ecdadımız Kur’ân-ı Kerim’i en güzel yazıyla yazdıkları, en kıymetli maddelerle tezyîn ettikleri, en dayanıklı deriyle ciltledikleri gibi Allah-u Teâlâ’yı zikrederken de en san’atlı ve kıymetli tesbihleri kullanmışlardır. Nasıl bir pul, para, levha koleksiyonları oluşturuluyorsa, sanat değeri taşıyan tesbihler de pek çok kişinin koleksiyonlarında yer almaktadır.
Gerçekten de tesbihi san’atlı olarak işlemek pek kolay değildir. Her ne maddeden olursa olsun bunları el ile aynı büyüklük ve şekilde yapabilmek göründüğü kadar kolay değildir. Bir tesbihçi çırağının ancak yedi seneden sonra kalfalığa geçebilmesi bu mesleğin güçlüğünün ispatına yeter.
İbrişim gibi devamlı sürtünmeye dayanıklı çabuk kopmayan iplere dizilen tesbihin her bir toparlağına “tesbih dânesi/habbesi” denir. Tesbih iplerinin iki ucunun birleştiği yere çekme ve süslü uzunca bir sap ve buna bağlı bir püskül konur. Ağaç, değerli taş veya madenden yapılan bu sapa “imâme” denir. İmâmenin üzerine takılan püskül tire, ipek, gümüş veya altından olabilir. Buna da “kamçı” denir. Bazı tesbihlerde imâmeden itibaren 11. danelerden sonra daha yatsı biçimde “pul” adı verilen daneler bulunur. 33’lük tesbihlerde de pul kullanılabilir. Ayrıca imâmenin ucundaki tesbih ipini toparlayan ve nişâneye benzeyen bir parça daha takılır ki, buna da “tepelik” adı verilir.
Tesbih imalinde kullanılan pek çok âlet ve bir de “tesbih tezgâhı” vardır. Her tesbih ustasının bir tesbih tezgâhına ihtiyacı vardır. Bu tezgâhın yanlarında “tay” denilen iki ayağını tutan kısma “alt ağaç”, ortasında ayar delikleri bulunan ağaç kısmına “delikli peşme”,dönen yuvarlak kısmına “kubbe”, kubbeyi tutan kısmına “kelebek”, teşbihçinin çalışırken ayağını dayadığı ağaçtan kısmına “tezgâh takozu” adları verilir.
Gene tesbihçilerin mecburen kullandığı el tornaları vardır. 0.50×1.00 ebadında ağaçtan yapılmış bir tablo üzerinde birisi hareket etmeyen “rende” diğerine “arda” denir. Taneler bu torna ile işlenir.
Bu âletlerden sonra tesbih ustaları kullanacakları maddeleri önce uzun çubuklar halinde özel testerelerle keserler. Bu testerelerin özelliği de kesilen maddelerin az talaş çıkartmaları için kesen kenarlarının az çaprazlı olmasıdır. Bu çubuklar daha sonra istenilen büyüklükte parçalara bölünür. Bu parçalar da gene özel bir mille ortalarından hassasiyetle delinir. Bu deliklerin tam ortalarından düzgün bir şekilde açılabilmesi tesbihin değeri açısından önemlidir. Delinen taneler daha sonra teker teker kalıpta işlem görür. Rende ve arda dediğimiz kesiciler biley taşı üzerinde az miktar yağlanır. Kalıp ucuna takılan taneler döndürülmeye başladıktan sonra arda ve rende ile şekillendirilmeye başlanır. Bu işlemlerden sonra hepsinin aynı boyda olup olmadığını anlamak için üzerinde delik bulunan bir kemik parçasına geçirilir. Bu son işleme “hadde” denir. Erzurum toprağı adı verilen oldukça yumuşak bir cins taş ovalanarak toz haline getirilir. Bu toza asitsiz zeytinyağı ve gliserin karıştırılarak bir bulamaç elde edilir. Hadde’de boy kontrolünden çıkan taneler bu bulamacın içinde ovularak cilâlanır
Tesbih için yapılan aşınmaya dayanaklı ipler de çeşitli isimler alır. Bunlardan en önemlisi “tahril” adı verilendir. İmâme, nişâne ve pul gibi kısımlar ise sanatçının özel zevkine göre yapılır. Bunlarda da özellik ince, zarif ve göz alıcı olmasıdır. Kamçı adını verdiğimiz, gümüş, altın, ipek ve tireden yapılan püsküller de yine zevke dayalı olarak yapılır.
Tesbih daneleri aynı boyda, şekilde ve büyüklükte olmalı, danelerin üzeri pürüzsüz olmalı, bir danenin deliğinden ancak tek ibrişim geçmeli ve deliklerin her iki tarafının da aynı olması çok önemlidir. İmâmenin boyu 99’luklarda 6 dane boyu olmalıdır.
San’atkârâne yapılmış tesbihler çekildikçe güzelleşir ve daha çok parlar. Kullanılmayan tesbihler üzerinde biriken toz tabakaları sebebiyle matlaşır. Hatta tesbihi cinsine göre yaz tesbihi, kış tesbihi diye ayıranlar da vardır. Yaz sıcağında elde kolayca dolanabilmesi için daha çok kristal, yeşim, akik gibi tesbihler tercih edilir. Hanımlar genellikle küçük dâneli tesbihleri tercih ederler ki, küçük dâneli tesbihleri “zenne” yahut “hanım tesbihi” diye tabir ederler.
Tesbih merkezi olarak Erzurum, Kütahya, Eskişehir, Konya, Ankara, Diyarbakır gibi pek çok yöremiz varsa da İstanbul bu sanatın merkezidir.
İmâl edildiği maddenin cinsine göre bazı tesbih çeşitleri:
Akik: Muhtelif renklerde yuvarlak ve ince renkli tabakalar halinde teşekkül eden bir kalsedondur. Tabiatta büyük parçalar halinde bulunur. Sırmanî cinsi makbuldür.
Anber: Ada balığı ve kaşalot denilen büyük balıkların barsaklarında teşekkül eden güzel kokulu maddedir. Ak ve siyah nevileri vardır. Görünüş olarak güzel olmamalarına rağmen kokularından dolayı tercih edilir.
Bağa: Takriben bir metre boyunda olan, derin ve sıcak denizlerde yaşayan kaplumbağaların kabuğudur. Kalın ve siyaha yakın olanı makbuldür.
Cam: Genellikle saydam ya da yarı saydam, sert bir maddedir.
Eskişehir taşı: Eskişehir’de çıkan ve güzelce cilalanabilen bir taştır. Lüle taşı da denir. Beyaz renklidir, ama kullanıldıkca sararır.
Aynıhür: Krizoberil sınıfına dâhil bir taştır. Kedigözü de denir. Sebebi tabaka halinde renkli olup aralarında beyaz çizgilerin bulunmasındandır.
Fildişi: Pek çok yerde kullanıldığı gibi tesbihte de kullanılır.
İnci: Sıcak ve cereyanlı denizlerde yetişen istiridyelerde bulunur.
Kantaşı: Koyu zeytunî içinde kırmızılıdır. İçinden kiremit rengi damarlar geçer.
Kehribar: Üçüncü zamanda yaşamış çam ağaçlarının fosilleşmiş reçinelerine verilen isimdir. Kırılabilen bir madde olup oldukça şeffaftır. Bir yere sürüldüğü zaman elektriklenerek kendinden hafif maddeleri çeker. Kedi gözü, limoni, sarı, ateşî, buzlu, siyah nevileri vardır. Almanya’nın kuzeyinde Baltık sahillerinde ve Birmanya’da çıkarılmaktadır.
Mercan: Ilık denizlerde yetişir, ağaç şeklinde ve beyaz renktedir. Hava ile temas edince mercan rengi dediğimiz tatlı kırmızılığı alır. Cilalanmaya elverişli olduğu için pek çok yerlerde kullanılmış ve bu arada gayet güzel tesbihler de yapılmıştır.
Naka: Fildişine çok benzeyip deve dişinden yapılan tesbihlere verilen isimdir.
Narçın: Hindistan cevizinden yapılır. Samur rengi makbuldür. Terden çatlar.
Necef: Yani tabii kristaldir. (Kaya billuru da denilir.) Kuartz grubuna dâhildir. Şeffaf ve renksiz olarak teşekkül eder. Umumiyetle fasetalı yapılır.
Sedef: Sıcak ve cereyanlı denizlerde yetişen midye ve istiridye gibi kabuklu deniz hayvanlarının kabuklarının içindeki renkli ve parlak kalkerli maddeden yapılır. Som yeşil renktedir. Fildişi bakır mahlülü içinde bırakılarak elde edilir.
Oltu taşı: Merkezi Erzurum Oltu’dur. Siyah kehribar olarak da adlandırılır. Yumuşak bir linyit çeşididir.
Şahmaksud: Sarı ve filizi renklerde bir taştır. Yeşil rengi makbuldür.
Yeşim: Jad denilen tirşe rengindeki taştır. Dayanaklılığı ve kendine has bir sertliği olmasına rağmen kırılması da o kadar güç olmayan bir taştır. Sathı cilalanınca yağlı bir yumuşaklık ve parlaklık gösterir. Ana vatanı Hotan (Orta Asya) olan yeşim doğuda mukaddes sayılır. Yağmur taşı adı da verilir. Beyazdan koyu yeşile kadar bir renk serisi gösteren bu taştan pek çok tesbih yapılmıştır.
Yıldız: Kedigözü ve aşk taşı diye de adlandırılır.
Yüzsürü (Yüsürü): Bağa’ya benzer renkte salyangoz kabuğu gibi tabaka üzerine sarılmış bir görünüşü vardır, oldukça serttir.
Zergerdan: Gergedan ve buna benzer hayvan boynuzlarından yapılır. Yarı saydamdır. Kahverengi ve siyah renklidir.
Abanoz: Tropikal bölgelerde yetişen bir grup ağacın odunudur. Rengi siyahtır. Sert bir ağaç cinsidir.
Demirhindi: Koyu kahverengi renktedir. Baklagiller familyasından yaprak dökmeyen bir ağaçtır. Anayurdu Afrika’nın tropik kesimleri olmakla birlikte çeşitli bölgelerde (özellikle Hindistan ve Mısır’da) süs amacıyla ya da yenebilen meyveleri için yaygın olarak yatiştirilir.
Düveydari: Çok hoş kokulu olduğu için tesbih yapımında tercih edilir.
Gül ağacı: Hind ve Mısır gül ağaçları makbuldür. Kerestesinin rengi ve kokusu güle benzediğinden gül ağacı denmiştir.
Kalenbek: Anavatanı Endo-nezya’dır. Hoş kokulu bir sandal ağacı cinsidir.
Kan ağacı: Koyu borda renktedir.
Kuka: Narçıl kökünden yapılan bir mamulâttır. Tesbihi makbuldür. Ayrıca fincan, zarf, kâse yapılmaktadır.
Maverd: Çok güzel kokuludur. Bu yüzden tesbih yapımında kullanılan bir madde olmuştur.
Nebik: Sakız ağacı.
Öd ağacı: Zambak türünden, uzun süreli bir bitki olup, yüzden fazla çeşidi vardır. Afrika’nın tropikal bölgelerinde ve Asya’da yetişmektedir. Tahtasının hoş bir kokusu olduğu için hem muhtelif cins eşyalar yapılış hem de dini törenlerde yakılması adet halini almıştır.
Pelesenk: Tropik bir ağaçtan elde edilen siyah renkli sert bir ahşaptır. İnce marangozluk ve mobilyacılıkta kullanılırdı. Tesbih’te de çokca kullanılmıştır.
Sandal: Kerestesi sert ve kokulu olan Sandal ağacı, Endonezya, Malezya ve Güney Hindistan ormanlarında yetişir. Rengi genellikle sarımtraktır ve keskin bir kokusu vardır.
Sırçalı Kuka: Hindistan veya Malaya’nın yerli ağacı zannedilmekle beraber daha ziyade tropik bölgelerin mahsülüdür. Çok sert olan kabuğundan tesbih, küçük taşlar ve fincan zarfları yapılmıştır. Siyaha yakın renkleri de vardır. Ağaç tesbihler arasında en değerlilerinden biridir. Bu nedenle bu cins birçok tesbih yapılmıştır.
Yılan ağacı: Adını yılan derisi biçimindeki deseninden alır. Güney Afrika, Fransız Guyanası ve Amazon ormanlarında yetişir. İlk kesildiğinde kırmızımsı bir renkte olan dokusu havayla temas ettikçe kahverengiye dönüşür. Oldukça sert olan yapısından dolayı çalışması çok zor bir ağaç türüdür.
Zeytin ağacı: Zeytin veren açıkça sarı renkte bir ağaçtır. İnce marangozlukta mobilya yapmak için kullanılan güzel cilalanabilen bir ağaçtır.
Murat-Nuhoğlu, Muallâ. Türk-İslâm Kültüründe Tesbih ve Tesbih Sanatı, Ankara, 1995.Parlak, Tahsin. Erzurum’da Oltu Taşı ve Kuyumculuk Sanatı, Oltu, 2001.Arvas, Ahmet Sırrı. Mucebince Amel Oluna, İstanbul, 2004.Yazıcı, Nesimi. “Din ve Sanat Açısından Tesbih”, Diyanet Dergisi, c. 18, s. 3 1979.
Prof.Dr. Ahmed Yüksel Özemre
İslâm âleminde tesbih, Allāh’ın Esma’ü-l Hüsnâ’sını yâni Güzel İsimleri’ni ibâdet amacıyla ve belirli bir sayıda zikretmek için kullanılan ve hemen hemen her sofu müslümanın cebinde taşıdığı pratik bir araçtır. Aynı boyutları ve aynı şekli haiz 33, 99, 500 ya da 1000 adet dânenin (tânenin), en basit hâliyle, iki ucu biribirine düğümlü bir ipe dizilmesinden oluşur. 500’lük ve 1000’lik tesbihler, eskiden tekkelerde ve daha çok toplu zikirlerde kullanılırdı.
“Tesbih çekmek”: baş ve işâret parmaklarının orta parmak üzerine yerleştirilen tesbihin tânelerini bileğe doğru hareket ettirmesiyle senkronize olarak Allāh’ın Güzel İsimleri’nden birini hafî (içinden) ya da cehrî (sesli) olarak herbir tânede tekrarlamak anlamındadır. Fakat tesbihin muhtelif parçalarının tornada çekilerek yapılmasından ötürü bu imâlât işlemine de “tesbih çekmek” denilmektedir.
Tesbihin tâneleri genellikle kürevî (küresel, yuvarlak), beyzî (elipsoidal), şalgamî, üstüvânevî (silindirik) ve armudî olur. Çokyüzlü kristal gibi fasetalı ya da farklı estetik biçimlerde oymalı, daha fantezi biçimlerde olanları da vardır.
Tesbihin, tesbihçinin san’atini sergileyen en önemli parçası tânelerin dizili olduğu ipin iki ucunun buluştuğu yerdeki imâme’dir. Bu, tesbihin zarîf görünmesini sağlamak üzere genellikle tânelerin uzunluğundan 4 ilâ 7 misli daha uzun tutulan ve dönel simetriyi haiz olan bir parçadır. Boğumlarından birinde hareket edebilen bir, iki ya da üç adet halka da bulunabilir. İmâmenin altındaki iki delikten girip de üstündeki tek delikten çıkan tesbih ipinin iki ucu helezonî biçimde burulur. Bu ipe birkaç adet (genellikle üç adet) küçük ve ip üzerinde kayamayacak kadar ip deliği dar tutulmuş olan tâne daha eklenir. İki ucu burulmuş olan ipin bittiği yere hâtime (ya da tepelik) denilen, şekli tânelerinkinden farklı bir parça ilâve edilir. Hâtimenin üstündeki konik deliğe tıpatıp oturan, çivi denilen ve alt tarafı aynı konik şekli haiz olan kısım ise tesbih ipinin iki ucunun rabtedildiği kilit noktasıdır. Zamanımızın büyük tesbihçilerinden Neyzen Niyâzi Sayın “çektiği” bâzı tesbihlerde imâmeden sonra ve hâtimeden önce birer de Mevlevî Sikkesi şeklinde iki parça ilâve etmektedir. Bâzı tesbihlerin ucuna ibrişimden, ipekten, gümüş ya da altın tellerden yapılmış bir püskül takılır ki buna da kamçı denilmektedir.
Tesbihin diğer parçaları ise durak (ya da nişâne) ve pul’dur. Durak ya da nişâne 99’luk tesbihlerde 33. ve 66. tânelerden sonra konulan ve tesbihin dışına doğru sarkan özel şekilli parçalardır. Bunlar 99’luk bir tesbihi 3 adet 33’lük kısma ayırırlar. Bâzen üzerilerinde hareketli halkalar da bulunur. İşin tasavvufî derinliğine vâkıf tesbihçiler 33’lük tesbihlerde yassı bir parça olan pulu “Pençe-i âl-i Abâ”ya yâni Hz Peygamber’in Ehl-i Beyti’ne delâlet etmek üzere imâmeden i’tibâren her iki yanda 5., ve 99’luk tesbihlerde de “Oniki İmâm”a delâlet etmek üzere imâmeden i’tibâren her iki yanda 12. tânelerden sonra koyarlar. Bu âdetin dışında, pulları 7. ya da 11. tânelerden sonra koyanların sayısı fazladır.
Tesbih dizimi dahî ince bir iştir. Tesbih ipinin iki ucunun helezonî buruluşu, uçlarının balmumulanışı, imâmenin altındaki ve üstündeki düğümlerin atılışı herkesin kolay kolay taklîd edemeyeceği bir mahâret ister.
Çeşitli maddelerden tesviye edilmiş olan tesbih tânelerinin çapı genellikle 4 ilâ 10 mm arasında olur. Daha büyük çaplı tâneleri olan tesbihler de vardır ama bunların pratik bir faydası yoktur. Ya süs için ya da kolleksiyonlar için yapılırlar. Tâneleri küçük olan tesbihlere, halk arasında, “Zenne (ya da Kadın) Tesbihi” denir.
Tesbihçilik tıpkı hat san’ati, ebrû san’ati gibi Türkler’in elinde ve ustalığında XIX. yüzyılda şâhikasına erişmiş bir san’attir. Bu san’atin elimizdeki en eski örnekleri maalesef XVII. yüzyıldan önceye ulaşmamaktadır.
Tesbihçiler arasında, bugün hepsi de rahmetli olup da eserlerinde ustalıkları ile dillere destân olmuş olanlar şunlardır: Tophâneli Sâdık usta, Mevlânâkapılı Mahmûd usta, Horozun Sâlih usta, Kalafatçı Hasan usta, Yamalı Nûrî usta, Eyüplü Deli Tâhir usta, Balatlı Nûrî usta, Fildişici Burhan usta, Kalemdar Hayri usta, Kehribarcıbaşı Ali usta, Beşiktaşlı Sağır Rıfat usta ve öğrencisi Topuzun Halîl usta ve Tophâneli İsmet usta. 1920’lerden sonra tesbihçilik san’ati merhûm: Hilmi efendi, Akgerdan Mehmet Cemil bey, Edinekapılı Gâlib Başsaka efendi ile onun talebesi, Allāh uzun ömür versin, Neyzen Niyâzi Sayın tarafından sürdürülmüştür.
Tesbihçilikde, eskiden, bir kemâne ile döndürülen, ağaçtan yapılmış özel bir torna kullanılırdı. çargûşe denilen delici bölümle malafa denilen kalıp sol eldeki kemâne aracılığıyla bir ileri bir geri döndürülür; puntalar arasındaki sıkıştırma sol ayakla temin edilir; sağ el kullanılarak da rende ve arda denilen kesici âletler aracılığıyla tesbih parçaları çekilirdi. Bu ilkel tornalarla tânelerin aynı boyutlarda çekilmesi büyük mahâret isterdi. Günümüzde hâlâ değerli tesbih ustaları tesbih parçalarını elle çekmekteyseler de bâzıları da bilgisayarlı hassas torna tezgâhlarını tercih etmekte ve eski ustaların eserlerini aynı boyutlarda hemen kopyalayabilmektedirler. Ancak “bilgisayarlı torna tesbihçiliği” kopyacı üretimden ileri gitmemekte ve tesbihçiliğin san’at yanını gitgide öldürmektedir.
Tesbih parçalarının imâlâtında ise ham madde olarak:
1. akik, altın, cam, elmas, firûze, gümüş, kantaşı, katalin (plâstik), lâpis lazuli, lületaşı, malekit, necef, Oltu (Erzurum)taşı, şahçerağ, şahmaksut, yâkut, yeşim, yıldız (kedigözü), zebercet, zümrüt, vs… gibi mâdenî;
2. deve kemiği, fil dişi, gergedan boynuzu (zergerdân), inci, kaplumbağa kabuğu (bağa), manda boynuzu, mercan, naka’ (deniz fili dişi), sedef, toynak, vs… gibi hayvânî ve
3. abanoz, demirhindi, düveydârî, gül ağacı, hindistan cevizi, kehribar, köknar, kuka, mâverd, narçıl, öd ağacı, pelesenk, sandal ağacı, sırçalı kuka, sakız ağacı (nebik), yılan ağacı, zeytin ağacı, vs… gibi nebâtî
çeşitli maddeler kullanılmaktadır.
Tesbihlerin makbûl olanı tâneleri büyüklük ve şekil bakımından aynı olanlardır. Ama eğer şu ya da bu sebebden ötürü tâneler arasında büyüklük farkı zuhur etmişse bu takdirde bunlar en büyük tâneden başlayarak en küçüğüne doğru dizilirler. Bu dizim şekline servi dizimi denir.
Musahipzade Celal (1868-1959) Eski İstanbul Yaşayışı adlı eserinde o günkü yaşantıda tesbihin yerini şöyle nakleder:
Tesbihçiler ve imameciler, Uzunçarşının en yük-sek sanatkârları idi. Gergedan boynuzundan, mercandan, akikten, yeşimden, yüzsüründen, sedeften, üzeri elmas gibi façatalı neceften, yıldız taşından, pelesenk, gül, kuka, öd ağaçlarından, siyah ve san kehribardan, amberden, sandal ağacından, Hindistan’ın ve dünyanın en nadir türlü türlü ağaçlanndan yaptıkları tesbihleri öyle sanatla işlerlerdi ki zenginler bu elmaslı, altın kamçılı tesbihleri ellerinde taşıdıkça bir gurur duyarlardı. Devlet büyükleri, ramazanlarda bu tesbihçi ustalarının yaptıkları kıymetli tesbihleri elmaslı ya da İncili altın kamçılarla süsleyerek birbirine iftara gittikçe diş kirası diye takdim ederlerdi. Bunlar avuç dolusu altına alınır, satılır nadir şeyler dendi. Bu teşbihlerin paha biçilmeyecek derecede kıymetlileri de yapılırdı.
Mesela beyaz ve siyah inciden yapılmış bir tesbih sahibine kimbilir kaça mal olurdu? Bu, ancak padişahlarla eski zamanın çok zengin vezirlerine nasip olabilecek nesnelerdendi.
îmameciler ise kehribar’dan yaptıkları gümüş, altın, mineli, elmaslı, yakutlu, zümrüdü zarif bileziklerle süsledikleri imameleri iki buçuk üç arşın boyunda yasemin çubuklara takarlardı. Bu imamelerin ağza gelen kısmına (baş pare) denirdi. Kırmızı lüle de bu çubuklann ucuna ilave edilerek kullanılırdı.
Artık unutulmuş eski geleneklerimizden “diş kirasının ne kadar eski olduğunu 11. yüzyıl büyük Türk yazarı Yusuf Has Hacib’in Kutadgu Bilig adlı kitabından yapılan şu alıntıdan anlıyoruz:
… Yemek ve içecek faslı bittikten sonra ise çerez ve meyve ver. Kuru ve yaş meyvenin yanında çerez olarak “simiş’de bulunmalıdır. Ayrıca hâlin vaktin yerinde ise ziyafete gelenlere hediyeler ver. Gücün yeterse ipekli kumaşlar armağan et. Mümkün ise diş kirası da ver ki gelenlerin ağzı kapansın.
Kâmil Toygar “Ramazan Yemekleri ve Mutfak Kültürü” adlı makalesinde “Diş kirasını eskiler çok iyi bilir” diye başlar ve devam eder:Osmanlı döneminde zengin köşk ve konaklarda eşe dosta verilen iftar yemeklerinin yanı sıra fakir fukara için hazırlanan sofralarda da hani sadece bir kuş sütü eksik olurdu. Bu sofralarda aileye kendisini yakın bulan herkes Tanrı misafiri olarak çat kapı gelebilir, besmeleyle orucunu açar, hayır duasını ederdi. Teravi namazına giderken bunlara kadife keseler içerisinde birkaç kuruşluk dünyalık vermek de âdettendi. Yemeğe katılan eş dosta da diş kirası verilirdi. Bu para değildi. Gümüş tabal
Sultan III. Selim’i inci ve zümrüt taneli 99’luk bir tesbih çekerken gösteren bir tablo hâlen Topkapı Sarayı Müzesi’ndedir. Çırağan Sara-yı’nda 1815’deki yangında kaybolmuş olan, taneleri fındık büyüklüğündeki pembe inci tesbihin o devirde dillere destan olduğu söylenir.
Bir başka meşhur tesbihse Sokullu Mehmet Paşa’nınkidir. Tamamı elmastan yapılmış olduğu söylenilen bu tesbih paşanın Azapkapısı’nda-ki konağındaki yangından kurtarılamamıştır.
On dokuzuncu yüzyılın sonunda İstanbul’a bazı sanat eserlerinin dekorasyonu ve restorasyonu için davet edilmiş olan Fransız mozaikçisi ve ressamı Pretextat Lecomte, 1903 yılında basılmış olan Arts et Metiers en Orient adlı eserin de gözlemlemiş olduğu tesbihçilik konusunda, önce kadın kolyesi yapmak için başlamış olan tane dizmenin sonraları tesbih için uygulandığını belirtir ve devam eder:
… tesbihin icadı çok daha yenidir. Mucidinin Pi-ene l’Ermite olduğu sanılır; bu durumda ilk tesbih XI. yüzyılda görüldü demektir.
Şarklıların tesbihi Garplılarınkinden çok farklıdır. Zira Garp’ta dini bir eşyadır. Şark’ta da öyle olmakla beraber, aynı zamanda bir oyuncak, bir el meşgalesidir. Bu sebepten dolayıdır ki Garp’takinin aksine Şark’ta taneler madeni zincirlerle bağlı değillerdir; ipek veya deriden bir sicimin üzerinde serbestçe kayarlar.
Lecomte tesbihin el tornasında nasıl yapıldığını ayrıntılı olarak anlattıktan sonra tesbihlerin amber, abanoz, kemik, sert tahta, boyanmış tahta ve renkli camların yanı sıra akasya, sarısabır, Brezilya tahtası, santral ve Callitour tahtalarından da yapıldığını aktarır. Sonra devam eder:
Sertleştirilmiş tahta da kullanırlar. Sertleştirme ameliyesi çok ilginçtir. Talaşı alırlar (bilhassa pelesenk odununun); bu un gibi talaş % 20 ya da 25 kanla karıştırılır. Bu macun tunçtan kalıpları olan hidrolik bir preste iyice sıkıştırılır. Kan, kireç, toz hâlde taşı karıştırmak suretiyle demir kadar sert bir çimento elde edildiğini biliyoruz• Kan bilinen en kuvvetli yapıştırıcıdır.
Ahmet Kemal Üçok Görüp İşittiklerim adlı eserinde kendisinin de tesbih meraklısı olduğunu belirterek, bakın 19. yüzyıl sonunda beğenilen tesbih çeşitlerini kendi gözlemleri doğrultusunda nasıl anlatıyor. Kısaca Horoz diye bahsettiği tesbih ustası dönemin meşhur Horoz Salih idir.
tesbihler
Ben mülga Şura-yı Devlet Temyiz Mahkemesi kaleminde kâtip iken “üç aylar”da -evvelce- yaptığı teşbihleri ricale gösterir ve satardı. Altın kamçılı bir “mavert” teşbihi “on dört” altın liraya;. İbrişim üzerine dizilmiş “bağa” teşbihi “üç” altına alınır idi.
Bende merhumun mamulatından “üveydari” bir tesbih vardır ki bir İngiliz altınına satın almıştım.
Horozun teşbihleri gayet haddeli olurdu; doksan dokuz teşbih birer birer mastara vurulsa hiç birisinde bir hata görülmez ve uzun müddet kullanılsa da mastarından düşmez-
Bir zamanlar teşbihler pek ziyade makbul ve muteber tutulurdu.
En makbul teşbihler: narçin ki, çok kullanılırsa -uzun müddet güneşte kalmış fildişi gibi’ gayet tatlı bir renk alır. Çok gevrek olduğu için çatlar.
Mavert, ödağacının özü olup kendine mahsus kokuyu ebediyen zayi etmez.
Uveydari: ödağacının özüne yakın olan kısmı olup bunun kokusu da bir asra yakın zail olmaz.
Ödağacı, bu ağacın kabuğudur. Nihayet on-on beş sene sonra kokusu gaip olur.
Sır cali kuka, kuka budak renginde çok sert bir ağaçtır. Sırçalı nevi daha seri olup kullandıkça parlar, rengi kızarır, hatta elmas gibi pırıldar.
Kehribar, en makbulü limoni san olup ateşî renkte olanı da merguptu. İçinden çiçekli veya haricen işlemeli olanlar özürlü oldukları için pek makbul değildi. Siyah kehribar, abanoz, yüz sürü gibi tesbihler kalbe sıkıntı ve kasvet verir diye makbul tutulmazdı.
(Not: Keh, saman rübuden kapmak, kendine çekmek. Kehrüba çöpleri kapan, çeken maden demektir. Kehribann en iyisi Daniska (Danzig)den gelir. Erzu-rumun siyah kehribarlan da meşhurdur.)
Bağa: Kaplumbağa kabuğundan yapılırdı.
Hayvanların Tasnifi
Malumdur ki, hayvanat konuşur, konuşmaz. Kanı sıcak, soğuk. Karada suda veya hem karada ve hem de suda yaşar. Memeli memesiz. Devranı dem aletleri olmayan, noksan olan, tekemmül etmiş olan vs gibi birçok suretler ile tasnif olunurlar.
Bu tasniflerden birisi de iskeleti dahilî olan (kemikleri derinlerinin içinde bulunan) iskeleti haricî olan (kemikleri dışarda bulunan) diye ikiye ayrılır.
İşte l
Bağa ölmüş bir hayvan kemiği olduğu için çok sofu olanlarca makbul tutulmazdı.
Bağa gibi şeffaf fakat kendine mahsus sarı renkli olan (gergedan) ve mat beyaz renkte olup kullanıldıkça sararan “nâl
Gergedan: Afrika’da yaşayan fil, hipopotam gibi gayet ağır cüsseli ve ağır cüsseli hayvanların en vahşisi olan “gergedan’ın burnunun üstündeki bir tek boynuzuna verilen isimdir.
Naka, deve kemiğinden ve tercihan deve dişinden yapılan tesbihin adıdır.
Sandal, hacı tesbihi denirdi. Kokusu çok ağır olduğu için makbul tutulmazdı.
Pelesenk, rengi güzel olmasına rağmen kokusu ağrcadır.
Demirhindi, ağacı sert ve ağrdır. Servi, zeytin, fıstık ağaçlarından ve gül ağacından yapılan tesbihler de makbûldu.
Şahmaksut, Buhara tarafından gelirdi, açık yeşil renkte şeffaf bir taştı.
Mercan, çok makbuldü.
Anber, bu da çok muteberdi. Fakat kullanması da bir hünerdi. Çünkü hararetten erirdi.
İnci tesbih olurmuş ben görmedim. Akik, necef, ağr ipliğ keser olmalarına rağmen gene makbûldü. Sedefin taklidi çıktıktan sonra kıymeti kalmadı.
Balada arzettiğm tesbihlerin kıymeti tanelerinin haddesi deliklerinin inceliği ve bilhassa delik ağzına inilirken hasıl olan hafif muhaddebiydin tesbih da-nesinin tulü ile olan tenasübü ve ne tarafından bakılırsa bakılsın -dizili bir tesbihte- katiyen tenasüp ve ahengin bozuk olmamasıdır.
tesbih imali öyle uzun boylu âlat ve edevata ihtiyaç göstermez, bir (el gerdanesi) -buna kemane diyenler de vardır- birkaç saman ve saatçi eğesi, zımpara kâğıt ve tozu, pek az miktarda zeytin yağı -cila için- gibi şeylerdir.
En ziyade lazım olan dikkat ve itinadır.
Mithat Cemal Kuntay’m Üç İstanbul adlı romanında, Osmanlı’nın son dönemlerinde, tesbih merakı olan Hidayet, gelen her misafire konağın antika eşyalarını tanıtmak” görevini üstlenen Süleyman’a, biraz da aşağılayan bir tavırla tesbih koleksiyonu hakkında bakın nasıl bilgi veriyor:
Hidayet, demin Süleyman’ın ne dediğini duymamış gibi sordu:
“Bir şey mi söyledinizdi Süleyman Beyefendi.”
Süleyman: “Bu tesbihin ağacını tanıyamadım da beyefendimizi’ ”
Hidayet: “Fethi Paşa ağacı! Allah Allah! Neden hayret ediyorsunuz? Daima böyle siyahlı, beyazlı olur Fethi Paşa ağacı!”
Süleyman gözlerini tavana kaldırdı: “Fethi Paşa?… Fethi Paşa…?”
Hidayet: “Sultan Mahmut’un damadı Fethi Paşa…”
Süleyman: “Adam isimli ağaç?… Anlayamadım. .. Beni af buyurun.. ”
Hidayet: “Bu Fethi Paşa Rodoslu değil miydi ya? Rodos’tan İstanbul’a bir ağaç getirtmiş; adı olmuş size Fethi Paşa ağacı… Beykoz dediğimiz sürahileri yapan fabrika yok mu? İşte onu açan zat… ” …. Süleyman artık memuriyetine başlamıştı: tesbihin birini bırakıp ötekini alıyor… Hidayet de gözleri havada anlatıyor:
“O tuttuğunuz tesbih kanlı gergedandır; gergedanı vururlar; ölmeden boynuzunu keserler; bunu ondan yaparlar efendim.”
“Bu, narçıl! Dilenci keşkülündendir. Dilenci keşkülünün içi süt gibi yumuşaktır; Dura dura katılaşır. .. İşte bunu o katı kısımdan yaparlar… Bu tesbihim Benli Ali Bey’in tesbihlerindendir efendim.”— Ve Süleyman her tesbihi havaya kaldırarak okşuyor, Hidayet de biteviye anlatıyordu.
“Onlar, ikisi de ödağacı… Koyu çizgilisi ‘Ma-vert’… Öteki ‘Düveydari’… İkisi de ‘Horoz Salih’in haddeden en iyi çektiği tesbihlerden efendim.
Ha! Bu, neydi bakayım? Neydi, neydi? Buldum: Şeyh Maksut!… Hintte çıkar, gayet katı bir taş… Bu tesbihim de Nuri Usta’nındır…
O, gül ağacı!.. Beşiktaşlı Sağır Rifat’ın tesbihlerinden efendim.
Onların ikisi de amber. Biri akamber, biri kara…” Habibullah’a dönerek “Eski vükelanın bu tesbihleri kullanmalarında gizli hikmet varmış; sağ elleri öpüldüğü için tesbihlerin güzel kokmasını isterlermiş. Bu, ne inceliktir efendim! Ellerini öpen adamların burunlarını düşünmek!.. Beni isterseniz tayip buyurun; bendeniz bunu bir nevi ‘hikmet-i hükümet’ sayarım.”
Habibullah Efendi cevap vermedi: Bir şey söyleseydi öfkesi sesinden anlaşılacaktı.
Süleyman yine tesbihleri göstermeye, Hidayet anlatmaya koyuldular.
Hidayet: “O tesbih, Kerbelâ toprağından.. Onu Bektaşiler kullanır.. ”
“Bu, kuka!.. Topkapılı Mahmut’un tesbihlerinden.” Habibullah’a dönerek “Malumdur ki efendim, Topkapılı Mahmut, tesbihçilik sanatını bugünkü hâline koyan adamdır. Sultan Mahmut bunu sarayına getirmiş, orada üç gün tesbih çektirmiş; fakat bu adam ‘sarayda sanatımı unuturum’ diye oturmamış, kaçmış… Gayet ince, gayet usta, gayet kıymetli adam.”
Orjinal Makale
http://www.ekremkececi.com/si/26/_19._yuzyilin_sonunda_tesbih.htm
Dua, Zikir ve Aksesuar için Kullanılan Tesbihler
Tespih namaz sonrasında Allah’ı belli sayılardaki sözcüklerle anmak için ortaya çıkmış, çeşitli maddelerden yapılan 33, 99, 500 ve 1000 taneli dizilerdir. Elde örnek olmadığı için bu sanatın geçmişi açık biçimde Osmanlılarda XVII. Yüzyıldan sonra izlenebilmektedir. XIX. Yüzyıl sonlarında Kapalıçarşı çevresinde 300 dolayında tesbih tezgahının çalıştığı bilinmektedir.
Tesbihi meydana getiren tane, nişane, durak, imame, pul, tepelik, hatime, çivi gibi değişik ad ve işlevleri olan parçaların yapılışında tespih ustasının beceri ve yeteneği öne çıkar. Klasik tespihte tane sayısı 99’dur. 33’lük olanları bulunduğu gibi, tekke ve dergahlarda dervişlerin zikir (Allah’ı tespih etmek) için kullandıkları 500 hatta 1000 taneli tespihler de vardır.
Taneler armudi, selvi, şalgami, beyzi, tombul beyzi, kürevi, kapsül, mercimek gibi çok değişik biçimlerde yapılmıştır. Durak veya nişaneler her 33 tanede bir konulan ve tane dizisinden dışarıya doğru sarkan bölümlerdir. Bazen üzerinde hareketli halkalar da bulunur. Pul, imameden itibaren onbirinci, yedinci veya beşinci taneden sonra konur. İmame ise, tane, nişane ve pulları iki uç halinde bir araya getirerek ipliklerin içinden geçirildiği, sanatçının yeteneğini gösteren en önemli parçalardandır. Tespihe imameden sonra kamçı denen bir kordon bağlanır. Kamçının üst tarafına ise, Türk başı denilen, dört zincirin ucuna bağlanan taneler takılır. Tepelik veya hatime ise, kamçının üst ucunda bulunur.
Tespih; elmas, yakut, zümrüt, zebercet, firuze, inci, şehcerağ, lacivert, altın gibi, değerli mücevher ve madenlerden yapıldığı gibi mürassağ tesbih denilen kıymetli taşlarla süslenmiş olanları da vardır. Büyük bir bölümünde madeni ve hayvan kökenli malzeme kullanılmıştır. Bunlar cinsine göre, şahmaksut, şiraz taşı, yüzsürü, necef, yeşim, bağa, fildişi, sedef, mercan, gergedan boynuzu, amber gibi adlar alırlar.
Ağaç ve meyvalardan yapılan tesbihlerde ise, daha çok pelesenk, abanoz, yılan ağacı, kuka, öd ağacı, demir hindi, gül ağacı, hindistan cevizi, kan ağacı gibi ağaç ve meyvalar kullanılmıştır.
Tesbih Sanatı
Hat sanatından sonra Türklerin geliştirdiği dini yönü ağırlıklı sanatlardan en önemlilerinden biri de tesbihçiliktir. Osmanlı Türklerinde tesbihçilik sanatının tarihi 17. yüzyıla kadar izlemek mümkün olmaktadır Bu sanat,17 ve 18’inci yüzyıllarda gelişerek sürmüş, 19’uncu yüzyılda doruk noktasına ulaşmıştır. Türk erkeğinin yüzyıllardır vazgeçemediği aksesuarlarından biri olan tesbih bugün artık ince işçiliği, pahalı malzemelerden yapılmasıyle koleksiyoncuların gözdesi olmaya başlamıştır. Hiç tereddüt etmeden ve öğünerek söyleyebiliriz ki İslam dünyasının en güzel tesbihleri İstanbul’da yapılmıştır ve günümüzde de bu sanat gelişerek yapılmaya devam etmektedir. Buradan imparatorluğun her tarafına ve özellikle, her yıl Hac mevsiminde hicaz bölgesine büyük miktarda tesbih gönderilmiştir.
İslam dünyasında hemen her yerde, örneğin Semerkant, Buhara ve İran’da da tesbih isçiliği gelismişse de bunlar daha çok, kullandıkları maddeler yönünden ün yapmıştır.
Güzel Bir Tesbihte Bulunması Gereken Özellikler
Bir tesbihin değeri aşağıda sayılan hususları taşımasıyla doğru orantılıdır. Her bir özellik tesbihe ayrı bir güzellik ve zerafet katmaktadır. Tesbihi yapan ustanın maharetini ortaya koyan bu özelliklere sahip tesbihler günümüzün, genelde erkeklere ait, en nadide takılarıdır dersek herhalde abartmış sayılmayız. Taneler gerek enleri gerekse boyları itibariyle eşit olmalıdır. (Genelde binde beş mm kabul edilebilir bir teloranstır.) Tanelerin şekilleri hep aynı olmalıdır. Tanelerin enine ve boyuna eksenlerinde kaçıklık olmamalıdır. Tane delikleri mümkün olduğunca ince ve konik olmalıdır. İmame yukarıdan tutularak bakıldığında taneler, her iki yanda muntazam bir sütun halinde durmalı, sağa sola eğrilen ve zikzaklı bir görünümü olmamalıdır. Nişaneler, imame ve tepelik taneler ile uyum içerisinde olmalı bunların ucunda punta izi gibi işaretler olmamalıdır. 99’luk tesbihlerde nişaneler iki tane büyüklüğünde olmalıdır. İmame boyu 3 ila 6 tane boyu arasında olmalıdır. Şeffaflığı olan tesbihlerde tanelerin dizilişinde ton uyumuna dikkat edilmelidir.
Tesbihte İşlemeler
Tesbihler tecrübeli ustaların elinde adeta sanat şaheserine dönüşmektedir. Her tane üzerine çok çeşitlimotifler işlenmekte, yüzlerce kakmalar çakılmaktadır.
Tesbih Yapımında Kullanılan Maddeler
Tesbihler çeşitli ağaç malzemelerden, bağa, balık dişi, gergedan boynuzu, firuze,lapislazuli, yeşim, akik gibi hammaddelerden yapılmaktadır. Çekimi de tesbihin türüne göre değişmektedir. Yazın ve kışın çekilen tesbihler birbirinden farklılık göstermektedir. Elin terinden etkilenmemesi için necef, akik, yeşim gibi tesbihler yazın çekilen tesbihlerdendir. Diğer tesbihlerin ise kışın çekilmesi daha uygundur. Her tesbihin çekimi farklıdır, örneğin yumuşak bir madde olan kehribar, deliklerin büyümemesi için elde okşar gibi çekilir. Herkes tesbih çekemez deyimi de burdan kaynaklanmaktadır. Her tesbih zaman zaman çekilmelidir, çekilmeyen tesbihler matlaşır başka bir deyimle sahibine küser.
Türk tesbih ustaları tesbih yapımında çok değişik maddeler kullanmışlardır. Bu tesbihler yapıldıkları maddelere göre müvevher, murassa, madeni, hayvani kökenli, ahşap ve çekirdeklerden yapılan tesbihler olarak adlandırılabilir.
Mücevher Tesbihler
Bunlar taneleri çok değerli taşlardan yapılmış, nişane ve imameleri yine çok değerli taşlarla bezenmiş tesbihleredir. Tesbihçilik sanatından daha ziyade mücevher değerleri daha yüksektir. Bunların yapımında elmas, zümrüt, yakut, zebercet, şebçerağ (grenat), firuze (turkuvaz), lacivertaşı (lapislazuli) ve altın kullanılmıştır. Zamanın padişahları, sadrazam ve büyük zenginlerine ait olan bu çok değerli tesbihlerden maalesef günümüze sadece hikayeleri kalmıştır. Bunlar arasında Sokullu Mehmet Paşa’nın tamaı elmeastan yapılmış bir rivayete göre 33 diğer bir rivayete göre 99’lu olan meşhur tesbihi Azap Kapısındaki konağın yangınından kurtarılamamıştır. Yine Üçüncü Selim’in zümrüt ve incilerden yapılmış 99’luk tesbihleri bilinmektedir. Tiflis Prensi Mehmet Vezirof’un Hazreti Osman’dan intikal eden zümrüt tesbihi bolşevik isyanında Rusyada kalmıştır. Günümüzde bu tesbihlerin bazı örneklerine, değerli koleksiyoncularımızdan Ahmet Aydın Bolak, Necip Sarıcı, Mesut Hakgüden gibi kişilerde rastlamak mümkündür.
Damla Kehribar
Bunlar genellikle yarı kıymetli taşlardan yapılmıştır. İmame, nişane ve tepelikleri altın veya gümüşten olup, üzerleri elmas, yakut, zümrüt, firuze gibi kıymetli taşlarla süslenmiş tesbihlerdir. Bunlardan zamanımızda bazı koleksiyonlarda örnekleri mevcuttur.
Madeni ve Hayvani Kökenli Tesbihler
Balık Dişleri
Koleksiyonlarda en çok bu tesbihlere rastlanır.Sert olan taşlar çarkta traş edilerek ve elmas tozu ile perdahlanarak yapılmıştır. Bu taşlar tornada zımpara ile aşındırilarak yapılabilmektedir. Daha yumuşak olanlar tesbihçi tornalarında çekilmektedir. Bu maddeler:Cebellukum taşı (ametist), bakır taşı (malakit), kırmızı veya ateşin akik (kornalin), damarlı akik veya mühre taşı (oniks), alaca akik (kalseduan), yeşime benzeyen donuk akik (jaspe), kantaşı, mısır necefi, şahmaksut, şiraz taşı, yeşim, necef (kaya kristali), lüle taşı, oltu taşı, yüzsürü, her cins ve renkte kehribar, bağa, mercan, inci, sedef, fildişi, gergedan boynuzu (zergerdan), Deniz fili veya mors balığı dişi, balina dişi, bufalo, gazel, geyik ve manda boynuzları, mamut dişi, deve kemiği, testere balığı, köpekbalığı ve deniz aslanının dişleri ve benzerleri.
Ahşap ve Çekirdekten Yapılan Tesbihler
Kuka
Türk ustaları yerli ve yabancı ağaçlarla bunların bazılarının meyvalarını tesbih yapımında büyük ustalıkla kullanmışlardır. Aslında en kıymetli tesbihler de bunlardır. Sert ağaçtan olanları makbuldür. Bunlar; pelesenk, abanoz, maverz, üveydari, morağaç, demirhindi, fethipaşa, ardıç, kan, gül, öd, zeytin, kelenbek, nebik (sakız), günlük (sığla), yılan, demir, lale, saten, tik, keklik, kıral, sisu ağaçları ve diğerleri. Bir de çekirdekten yapılanlar vardır ki belki de en meşhurları bunlardır. İçinde bademi olan sert, kahverenkli bir ceviz türü olan kuka, bir tür hindistan cevizi narçıl, andız ağacının çekirdeği, hindistan cevizinin kabuğu (sırçalı kuka), zeytin ve hurma çekirdekleri.
Sentetik Maddeden Yapılan Tesbihler
Bunlar; her türlü taş imitasyonları, almansakızı (sıkma kehribar), fiber, her renkte sert plastik ve katalin.
TESBİHİ MEYDANA GETİREN PARÇALAR
Tesbihler çeşitli parçalardan yapılmıştır. Değişik isim ve fonksiyonları bulunan bu parçaların yapılışında, tesbih ustasının beceri ve sanatı öne çıkar.
Taneler
Taneler klasik tesbihte 99 adettir. kolay taşınan, biraz da fantezi mahiyetinde 33’lük tesbihler de vardır. Eskiden tekke, dergah ve ibadethanelerde dervişlerin zikir için kullandıkları 500 hatta 1000 taneli tesbihler de vardır. Taneler; tam toparlak (kürevi), yassıca toparlak, uçlu toparlak, beyzi, yarım beyzi, yumurta, şalgami, armudi, servi ve üstüvane gibi biçimlerde yapılmaktadır. Taneleri çok küçük olanlara kadın (zenne) tesbihi denilmektedir. Tanelerin üzerine de zaman zaman süsleme maksadiyle kalem işi işlemeler ve motifler yapılmıştır.
Her 33 tanede bir konmuş bulunan ve tane dizisinin dışına doğru sarkan çeşitli şekillerde, bazen üzerinde hareketli halkalar da bulunan iki adet nişane vardır. Bunlara durak ya da müezzin adı da verilmektedir. 33’lü tesbihlerde nişane yoktur. Sadece pul denilen küçük, yassı mercimeğe benzer iki parça vardır. Gerek 33 gerekse 99’lu tesbihlerde imameden itibaren her iki tarafta 7’nci taneden (bazen 5 veya 11’inciden) sonra konan pullar, duaların sayısını belirlemek için kullanılmaktadır.
İmame (Bahri Bülbül)
İmame ve Düğüm Tanesi (Takoz)
İpe dizilmiş olan tane, pul ve nişaneler iki uç halinde bir araya getirilerek imameden geçirilir. İmame tesbih ustasının tesbihte sanatını gösteren en önemli parçalardan biridir. Genellikle 3 ile 6 tane boyunda çok zarif inhinalarla yapılmış bir parçadır. İki yandan gelen iplikleri imameye, ya ortadaki tek delikten ya da daha makbulü alt yanlarda açılmış iki ayrı delikten sokulur ve yukarı uçta tek bir delikten çıkarılır. Türk ustaların yaptıkları imameler dünyada en güzel olanlardır. Bazen imamenin alt ucuna yakın boğum üzerinde torna sırasında yapılmış hareketli bir halka da bulunur. İmameden çıkan ipler düğümlenerek düğüm tanesi denilen küçük parçanın içine sıkıştırılır. Bazen düğüm imamenin içinde de gizlenir
Düğümlük (Bahri Bülbül)
Tepelik (Hatime), Püskül ve Çivi
Klasik ağaç tesbihlerde imameden sonra ipekten örülmüş bir püskül ya da 8-20 cm boyunda bükme veya Çerkez Kaytanı şeklinde örülmüş bir kordon kamçı vardır. Tesbihçiler tarafından bu kordon üzerine küçük taneler veya kendilerini belirten şekilde torna edilmiş küçük parçalar dizilmiştir. Kordonun en üst ucunda yine tesbih ustasının zevkine göre yapılmış bir parça bulunur. Bazen üzerinde hareketli halkalar da olan bu parçaya tepelik veya hatime adı verilir. Tepeliğin en üst ucuna çivi adı verilen bir parça girer. Kordonun ucu çiviye bağlanarak tepeliğe sıkıştırılır. Bu parça bazen vidalı yapılarak tepeliğe vidalanır. Çivi hem tesbihin dizilmesini tamamlar hem de tepelik parçasının en üstünü estetik bir biçimde tamamlar.
Kamçı
Kamçılar altın veya gümüşten örülmüş çok zarif kordonlardır. Bu kordonlar imamenin üst ucuna ya doğrudan bağlanarak üzerine yine altın veye gümüşten örme küçük bir kılıf geçirilir ya da daha iyi mafsallamayı sağlayan ve hadriyan düğümü diye bilinen bir geçme ile bağlanır. Kamçının üst ucunda yine altın veya gümüşten, üçlü veya dörtlü hüzmelerle yuvarlak veya oval örülmüş taneler bulunur ki bunlara Türk Başı denir. Bunlar klasik tesbihteki tepelik parçasının yerini tutarlar. Bu Türk Başlarının üst ucunda çivi parçasının yerini alan, çok defa mercandan veya başka değerli taşlardan yapılmış bir boncuk tanesi bulunur. Bazen de Türk Başından sonra küçük ve ince altın veya gümüş birkaç kordondan yapılmış ve uçlarında mercan taneleri bulunan püsküller vardır. Kamçılar genellikle değerli taşlardan yapılmış tesbihlere takılmaktadır.
Geçmişten Günümüze Türk Tesbih Ustaları
Günümüzde yeni yeni canlanmaya başlayan tesbihçilik sanatımız 19. yüzyıldaki ustaların gayretiyle doruk noktasına ulaşmıştır. O gunun teknolojisiyle her biri harikalar meydana getirmiştir. O günlerde kapalıçarsı çevresinde 300’den fazla usta olduğu rivayet edilmektedir. Osmanlıda bu işe ne kadar önem verildiğini anlamak şu hikaye sanırım yeterlidir.Padişah Birinci Ahmet, Sulatan Ahmet Camii’nde ilk Cuma namazı kılınacağı zaman; cami ve avlusunun kaç kişi alacağını merak eder ve namaza gelen herkese birer 99’luk ödağacı tesbih verilmesini emreder. Namaza girişte 86.000 tesbihin dağıtıldığını duyunca emin olunması için namaz çıkışında da bu kez 99’luk kelenbek ağacından tesbih verilmesini söyler. Bu defa da 86.000 tesbih dağıtılır. Bir defada 172.000 tesbihin dağıtılabildiği bir ortamda tesbihçiliğimizin ne kadar gelişmiş olduğu takdire değerdir. Bunlardan, adı günümüze ulaşanları aşağıda zikrediyor, hepsini rahmetle anıyoruz.Günümüzde de çok değerli ustalarımız yetişmektedir. Değerli kolelsiyoncularımızın katkılarıyla son yıllarda bu alanda gözle görülür bir canlanma gözükmekte ancak yeterli değildir.
Geçmişteki Ustalarımız
Topkapılı Sadık Usta, Mevlanakapılı Mahmut Usta, Yamalı Nuri Usta, Balatlı Nuri Usta, Eyüplü Deli Tahir Usta, Horoz lakabıyla anılan Horozun Salih Usta, Kalafatçı Hasan Usta, Beşiktaşlı Sağır Rıfat Usta, Topuzun Halil Usta (1900-1960), Tophaneli İsmet Usta, Akgerdan Mehmet Cemil Usta ve oğlu Beylerbeyli Galip Usta, Hilmi Usta, Fildişici Burhan, Börekçi Mahmut, Kehribarcıbaşı Muhiddin Usta, Kalemdar Hayri Usta, İskender Usta, Hamid Bülbül Usta, Ahmet Düzgünman, Elazığlı Yusuf Özgen ve Bülent Dölen. Bu işi meslek edinmeyen diğer amatör ustalar ise Kehribarcıbaşı Ali Bey, Kaymak Ali Bey ve Prof. Dr. Bedii Gorbon.
Günümüz Ustaları (Soyadı Sırasına Göre)
Aziz Acar, Vural Acar, Özcan Ata, Alpaslan Babaoğlu, Feti Barut, Erhan Başak, Mevlüt Bozkurt, Ömer Bozkurt, Bahri Bülbül, Cem Bülbül, Hamit Bülbül, İhsan Bülbül, Levent Bülbül, Lütfi Bülbül, Sinan Bülbül, Ömer Önder Cankurtaran, Hüseyin Çelik, İbrahim Çerçi, Edirnekapılı Yaşar Evci, Ahmet Geloğlu, Emre Gürbüz, Süleyman Gürsoy, Eymen Gürtan, Cumali İnanç, Ulvi İskender, Feyzullah Kalaycı, İmdat Kalaycı, Necip Fazıl Karadağ, Metin Karakuş, Sinan Karcılar, Onur Kaşkaya, Cuma Fırat Kayabaşı, Osman Kiraz, Bünyamin Korucu, Prof. Dr. Zeki Kuşoğlu, Nurettin Küçükokka, Harun Ovat, Gürcan Öncü, Abdullah Öner, Mustafa Öner, Ragıp Öner , Ahmet Özbek, İbrahim Özgen, Şeyhmuz Payzun, Müştak Sakal, Niyazi Sayın, Gürkan Sunay, Zekai Şenyurt, Serhat Tekin, Emin Usta, Ali Uzun, Hayati Ünsal, Mustafa Ünver, Cezmi Yağmur, ve adını sayamadığımız pek çok değerli ustalar.